Sitemize üye olarak beğendiğiniz içerikleri favorilerinize ekleyebilir, kendi ürettiğiniz ya da internet üzerinde beğendiğiniz içerikleri sitemizin ziyaretçilerine içerik gönder seçeneği ile sunabilirsiniz.
Zaten bir üyeliğiniz mevcut mu ? Giriş yapın
Sitemize üye olarak beğendiğiniz içerikleri favorilerinize ekleyebilir, kendi ürettiğiniz ya da internet üzerinde beğendiğiniz içerikleri sitemizin ziyaretçilerine içerik gönder seçeneği ile sunabilirsiniz.
Üyelerimize Özel Tüm Opsiyonlardan Kayıt Olarak Faydalanabilirsiniz
AVRUPA BİRLİĞİ MODELİNDE ORTA ASYA’DA YENİ BİR ENTEGRASYON SÜRECİ: ORTA ASYA EKONOMİK BİRLİĞİ (OAEB) VE KARADENİZ GÜVENLİĞİNE ETKİLERİ
İstanbul Ticaret Üniversitesi, İşletme Fakültesi, Uluslararası Ticaret Bölümü Öğretim Üyesi
ÖZET
Türkiye’nin Afrika kıtasındaki ülkelerle ilişkileri 2000’li yılların başına kadar asgari düzeyde seyretmiş ve Türkiye’nin ne tutarlı bir Afrika politikası ne de Afrika’ya açılma gibi bir niyeti olmamıştır (Tepebaş, 2013: 320). Dolayısıyla başta Sahra-Altı bölgesi olmak üzere Afrika kıtası uzun yıllar marjinal ve incelenmeye değer görülmeyen bir bölge olarak kalmıştır. Kapsamlı bir Afrika politikası hedefi ile 1998 yılında ilk somut adım atılmış ve geniş kapsamlı bir eylem planı hazırlanarak Afrika kıtasındaki ülkelerle ekonomik, kültürel ve insani boyutlu ilişkilerin geliştirilmesi hedeflenmiştir (Aydın, 2014: 4). Özellikle son yıllarda AB ekonomisinin daralması, Afrika kıtasının ekonomik potansiyelinin farkına varılmasını sağlamıştır. Afrika ülkeleri ile olan ticaretimizin boyutları küçük gibi gözükse de 2003 yılından bu yana gerçekleşen artışlar, Afrika ülkelerinin ticaret potansiyelinin ne kadar büyük olduğunu ve gelecekte ne gibi fırsatlar yaratılabileceğini göstermesi bakımından önemlidir.
Bu çalışmada, ilgili literatür içerisinde saklı duran bilgileri keşfetmeye ve yorumlamaya dayalı nitel araştırma ve analiz yöntemi uygulanmak suretiyle Türkiye’nin Afrika ülkeleri ile ekonomik ilişkilerinin geliştirilmesinin önemi üzerinde durulmuş ve bu ülkelerle olan dış ticaret hacmimizin geliştirilmesi amacıyla politika önerileri oluşturulmuştur. Ayrıca, tarihi ve kültürel bağlarımız olan Afrika kıtasındaki ülkelerin mevcut potansiyeli ve önümüzdeki dönemde uluslararası arenada giderek artacak önemleri göz önünde bulundurularak iş adamlarımızın ve akademisyenlerimizin bu konuya dikkatlerinin çekilmesi amaçlanmıştır. Bu bağlamda karşılıklı beklentiler çerçevesinde yarar sağlayan ikili-bölgesel ilişkiler kurabilmesi için öncelikle akademik anlamda işbirliğine gidilmesi, genç akademisyenlerin Afrika üzerine çalışma yapmaya teşvik edilmesi, yazılı ve görsel medyada Afrika ülkeleri ile ilişkilere daha fazla yer verilmek suretiyle farkındalık yaratılması ve Afrika konusunda uzman yetiştirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Bir diğer önemli bulgu, kıtanın içinde bulunduğumuz yüzyılın en önemli rekabet alanlarından biri haline geldiği bir ortamda Türkiye’nin Afrika ülkelerini göz ardı etme lüksünün olmadığı ve deneyimli olduğu alanlarda Afrika ülkelerine teknik yardım ve eğitim desteği sağlaması ve işbirliği imkanlarını geliştirmesi yoluyla dış ticaret hacmimizin arzu edilen seviyelere ulaştırılabilmesinin mümkün olduğudur.
Anahtar Kelimeler: Afrika, Türkiye, Dış Ticaret.
THE PLACE AND IMPORTANCE OF AFRICAN COUNTRIES IN TURKEY’S SEARCH FOR NEW MARKETS
ABSTRACT
Turkey’s relations with countries in the African continent were at a minimum level until the early 2000s and Turkey had neither a consistent African policy nor the intention of expanding to Africa (Tepebaş, 2013: 320). Thus, African continent, especially Sub-Saharan region, remained as a marginal region which was not worth being examined for many years. With a comprehensive African policy goal, the first concrete steps were taken in 1998 and the aim was to promote economic, cultural and human relations with African countries by making an exhaustive action plan (Aydın, 2014: 4). That the EU economy has shrunk recently in particular has paved the way for the realization of the economic potential of the African continent. Although the dimensions of our trade with African countries seem small, the progress has been significant since 2003 in terms of showing how great the trade potential of African countries is and what kind of opportunities it will be able to create in the future.
The study focuses on the significance of the development of economic relationships between Turkey and African countries by means of qualitative research and analysis and recommends policies in order to improve our trade volume. Moreover, taking into consideration of the current potential of African countries with whom we have historical and cultural ties and their gradually increasing importance in international arena, it has been concluded that it is essential for our academics to draw attention to this matter, have academic cooperation to build bilateral-regional relationships within the frame of mutual expectations, encourage young academics to conduct studies on Africa and train specialists on African issues. Another significant finding is that Turkey does not have the luxury to disregard African countries considering the fact that the continent has become one of the most important competitive environments of the century. Turkey must provide technical assistance and training support for African countries and promote cooperation opportunities in order to expand our foreign trade volume to desired levels.
Keywords: Africa, Turkey, Foreign Trade.
Coğrafi konumu, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri ile stratejik bir öneme sahip olan Afrika kıtasında, tarihsel süreç içinde uzun yıllar sömürge düzeni hakim olmuştur. Yakın döneme kadar dünya gündeminde ismi yalnızca yoksulluk, kıtlık ve çatışma gibi sözcüklerle anılan ve dünyadaki en az gelişmiş 48 ülkeden 33’üne ev sahipliği yapan Afrika kıtası, aynı zamanda en hızlı gelişmekte olan ülkeleri bünyesinde barındırmaktadır (Arslan, 2012: 4). Bununla beraber, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bağımsızlıklarını kazanmaya başlayan Afrika ülkeleri küresel sahnede her geçen gün gelişen bir aktör olarak hak ettikleri yeri almaya başlamışlardır. Ayrıca, Afrika ülkelerinde şehirleşen ve tüketim yapan nüfusun hızla artması, tarım alanlarının çoğalması, endüstrileşme ve doğal kaynaklardan sağlanan gelir artışları, bu ülkelere yönelik ihracatta yaşanan talep eksikliğini ortadan kaldıracak gelişmeler olarak ortaya çıkmaktadır.
Diğer yandan, toplam nüfusun üçte ikisinden fazlasını gençlerin ve çocukların oluşturduğu Afrika ülkelerinin 21.Yüzyılın ikinci yarısından itibaren bugünkünden çok daha iyi bir konuma ulaşmaları ve uluslararası sistemde daha etkin rol oynayarak küresel gelişmeleri daha fazla etkileme gücüne sahip olmaları beklenmektedir. Bu durum dikkate alınarak, varlık ile yokluğun bir arada bulunduğu Afrika, kabuk değiştirmekte olan bir kıta şeklinde değerlendirilmektedir (Özgecan, 2010: 8). Her ne kadar “Arap Baharı” olarak adlandırılan olaylar nedeniyle son yıllarda kıtanın kuzeyinde çalkantılı bir dönem yaşanmakta ise de Afrika kıtasının eskiye nazaran göreli olarak istikrarlı ve ekonomik yönden canlanan bir bölge olduğunu söylemek mümkündür.
Afrika kıtası, dünyanın en büyük ikinci kıtası olarak zengin doğal kaynakları ve bir milyarı aşan nüfusu, gelişmeye ve modernleşmeye olan açlığı nedeniyle birçok ülkenin hedefi durumundadır. Son yıllarda ekonomik büyüme ve insani gelişmişlik konularında belirgin bir ilerleme kaydeden Afrika ülkelerinin çoğunun önümüzdeki 20 yıllık süreçte gelişmekte olan ülkeler statüsüne dönüşeceği gerçeği ile kıtanın cezbedici pazar haline geleceği öngörülmektedir. Bu nedenle son yıllarda uluslararası ekonomik sistemin güçlü aktörlerinin bu kıtaya ilgisinin arttığı ve başta Çin olmak üzere ABD, AB, Hindistan ve diğer ülkelerin kıta ülkeleri ile ticareti artırma çabalarını yoğunlaştırdıkları görülmektedir (Tepebaş, 2013: 316).
Kurulduğu günden itibaren dış politikasının en önemli ilkesi “Batılılaşma” olan Türkiye, Afrika kıtasını uzun yıllar görmezden gelmiştir. Bunun bir sonucu olarak Türkiye’nin yakın zamana kadar ne tutarlı bir Afrika politikası, ne de Afrika’ya açılma gibi bir niyeti olmamıştır (Aydın, 2014: 4). Türkiye, Afrika gerçeğini 2005 yılından sonra öğrenmiş ve küçüklü büyüklü 55 ülkeden oluşan bu kıta ile ekonomik, kültürel ve siyasi ilişkilerin geliştirilmesi yönünde önemli adımlar atılmıştır. Özellikle son yıllarda AB ekonomisinin daralması, uluslararası şartlardaki değişim ve kıta içindeki dinamikler, Afrika kıtasını göz ardı etme lüksünü ortadan kaldırmıştır.
Türkiye’nin Afrika açılımı, 2005 yılında Sahra’nın güneyindeki Afrika (SAGA) ülkeleriyle ekonomik ilişkilerin geliştirilmesini hedefleyen strateji ile başlatılmış ve aynı yıl Afrika yılı olarak kabul edilerek geçmişin ihmalkârlığının sona erdirilmesi amaçlanmıştır. Böylece Afrika’nın ekonomik ve ticari potansiyelinin farkına varılmış ve 2004 yılında 7,7 milyar dolar olan ticaret hacmimiz 2014 yılında 19,7 milyar dolara ulaşmış, 2016 yılında ise 16,7 milyar dolara gerilemiştir. Bununla beraber, ticari ilişkilerimizin yoğun olduğu ülkelerin sayısı oldukça sınırlı olup 55 Afrika ülkesi arasında toplam ticaretimizin 100 milyon doların üzerinde gerçekleştiği ülke sayısı sekizi geçmemektedir (TÜİK Dış Ticaret İstatistikleri 2016).
Türkiye açısından Kuzey Afrika ülkeleri dışında neredeyse Afrika’nın tümü yeni ve bilinmemektedir. Aynı şekilde Türkiye de bu ülkeler için yeni ve hatta meçhul bir oyuncudur. Bu belirsizliklere ve kıtada ticaret yapmanın güçlüklerine rağmen Afrika kıtası Türkiye için yeni fırsatlarla doludur. Afrika kıtasının kalkınma potansiyeli ve Türkiye ile birbirlerini tamamlayıcı özellikleri, ekonomik ve ticari işbirliğini cazip kılan bir diğer gerekçedir. Türkiye kendi tarihi tecrübesini, siyasal ve kültürel birikimini, sahip olduğu imkân ve kaynakları karşılıklı fayda temelinde paylaştığı takdirde Afrika’daki fırsatlardan en geniş şekilde yararlanma imkânı bulacaktır (Erduran, 2014: 12).
Bu hususlar dikkate alınarak Afrika ülkeleri ile ilişkilerimizi ekonomik, ticari, kültürel ve siyasi alanlarda çeşitlendirme ve güçlendirme amacıyla başlatılan “Afrika’ya Açılım Hamlesi” çerçevesinde yapılan girişimler olumlu sonuçlar vermiş, Afrika ülkelerinin birçoğuyla karşılıklı üst düzey ziyaretler gerçekleştirilmiş ve bu ülkelerle ekonomik ilişkilerimizin hukuki altyapısını oluşturan anlaşmalar imzalanmıştır. Türkiye’nin kıta ülkeleri ile yaptığı ikili anlaşmalarla kıtada büyüme arayışında olması ve özellikle küçük ve orta ölçekli Türk şirketleri açısından hedef pazarlar olarak görülmesi, kıtadaki gelişmelerin daha dikkatle takip edilmesini gerekli kılmıştır (Kızılarslan, 2009: 11).
Bununla birlikte Türkiye’nin Afrika’da kat etmesi gereken uzun bir mesafe bulunduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir. Bugün itibariyle sadece dört kıta ülkesi ile Serbest Ticaret Anlaşması (STA) yapılmıştır. Afrika ülkeleri ile STA imzalanmasının önündeki engellerin başında Bölgesel Ekonomik Toplulukların başını çektiği kıta içi ticaretin artırılması yönündeki hedefler bulunmaktadır. Yerel endüstrilerini kurmayı, temel gıda ve tüketim mallarını üretmeyi arzulayan Afrika ülkeleri, STA’ların ulusal kalkınma girişimlerini olumsuz yönde etkileyeceği gerekçesi ile STA yapmaya sıcak bakmamaktadırlar (Karabalık, 2013: 75).
Afrika kıtası büyüyen Türk ekonomisi için önemli bir pazar niteliği taşımaktadır. Bu durum dikkate alınarak bir yandan devlet eliyle iş dünyasının Afrika’ya yoğunlaştırılmasına çalışılmakta diğer yandan da özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarının Afrika’ya yönelik ilgisinin artırılması için çaba gösterilmektedir. Bazı Afrika ülkelerinin petrol ihracatçısı ülke konumuna gelmesi, bu ülkelerdeki nispi alım gücünün yükselmesine ve söz konusu ülkelerle ticaretimizin gelişmesine yol açacaktır. Öte yandan, Batı Afrika Ülkeleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) ile Doğu ve Güney Afrika Ortak Pazarı (COMESA) gibi örgütlerin kurulması ve üye ülkeler arasında gümrük vergilerinin azaltılması, Afrika ülkelerini Türk özel sektörü açısından cazip bir pazar haline getirmektedir (Öztürk, 2004: 8).
Türkiye’nin genel kalkınma sürecine paralel olarak Afrika’ya açılımına dikkat çeken kıtadaki uzmanlar, yeni bir ortak ve küresel oyuncu ifadelerine yer vermektedirler (Wheeler, 2012). Bu bağlamda Türkiye Çin, Hindistan, Brezilya ve Güney Kore gibi ülkelerle birlikte Afrika’nın yükselmekte olan beş ortağı arasında gösterilmektedir (Davies, 2008: 32). Bu durum, bir yandan devlet eliyle iş dünyasının Afrika’ya yoğunlaştırılmasına çalışılırken diğer yandan da özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarının Afrika’ya yönelik ilgisinin artırılması için çaba gösterilmesini gerektirmektedir. Özellikle genç akademisyenlerin Afrika üzerine çalışmalar yapmaya teşvik edilmesi, Afrika ile ilgili gelişmelerin ve pazar fırsatlarının işadamlarımıza duyurulması, Afrika konusunda yetişmiş uzman sayısının artırılması, ticaret yapılacak ülkelerle ilgili ayrıntılı pazar araştırmalarının yapılması ve nihayet Afrika’yı özel yapan unsurların açıklığa kavuşturulması ticaret hacmimizin artırılmasına önemli bir ivme kazandıracaktır.
Türkiye’nin Afrika ülkeleriyle geliştirmiş olduğu ilişkileri daha ileri boyuta taşımanın yollarını araması ve bu yöndeki kararlılığını göstermesi bakımından insan temelli bir anlayışın geliştirilmesi ve devam ettirilmesi önemlidir. Bunu yapabilecek siyasi irade ve mekanizmaların yanı sıra Afrika’ya dair bilgi üretimi, Afrika ile ilgili çalışmalara daha fazla destek sağlanması, olası sorunların önceden belirlenip tedbir alınması büyük önem arz etmektedir. Nitekim Türkiye’nin tarihsel bakiyesinin ona yüklemiş olduğu imaj, Afrikalı halklar nezdinde olumlu, kabul edilebilir ve aranan bir şekildedir. Bu sebeple, Afrika kıtasında yer alan her devletle siyasi farklılıklar olsa dahi ilişki kurulabilecektir. Ayrıca bu durum Türkiye’nin diğer devletlerle olan ilişkilerine de olumlu anlamda katkı sağlayacaktır.
Bu çalışma, yukarıda belirtilen imkan ve sorunlar dikkate alınarak Türkiye’nin Afrika Açılımından karşılıklı kazanımlar elde edilebilmesi amacıyla ekonomik ve ticari ilişkilerin güçlendirilmesi için yapılması gereken çalışmalara dikkat çekilmesi düşüncesinden hareketle gerçekleştirilmiştir. Son 15 yıldan bu yana Afrika’ya açılım kapsamında ekonomik ve siyasi ilişkilerde hayli mesafe kat edilmiş olsa da Türk kamuoyu Afrika’yı yeterli ölçüde tanımamaktadır. Bu nedenle, özellikle akademik çevrelerin, medyanın ve Sivil Toplum Kuruluşlarının (STK) bu konuya dikkatlerinin çekilmesi ve sorumluluklarının hatırlatılması amaçlanmıştır.
İkinci Dünya Savaşı’nı takiben sömürgeci yönetimden kurtulup bağımsızlıklarını kazanmaya başlayan Afrika ülkeleri ile Türkiye’nin ilişkisi, inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir. Osmanlı Devleti döneminde özellikle kıtanın kuzeyindeki ülkelerle ilişkilerde, bölgede var olan Osmanlı hakimiyeti nedeniyle bir süreklilik bulunmaktaydı. Ancak bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin, kurulduğu andan 1990’lı yılların sonuna kadar kıtadaki ülkelerle ilişkiler minimum düzeyde seyretmiştir. Aslında bu durum sadece Türkiye’ye özgü değildir. Sahra-Altı bölgesi başta olmak üzere Afrika kıtası, uzun yıllar uluslararası sistemde marjinal ve incelenmeye değer görülmeyen bir bölge olarak kalmıştır. 1990’lı yılların başında Soğuk Savaş’ın ürünü iki kutuplu sistemin sonunun gelişi, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de dış politikanın gözden geçirilmesi zorunluluğunu doğurmuş ve minimum düzeyde seyreden Türkiye’nin Afrika’daki ülkelerle ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkileri yeni bir ivme kazanmıştır (Tepeciklioğlu, 2012: 67).
Türkiye’nin Afrika’daki ülkelerle ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkilerinin uzun yıllar minimum düzeyde seyretmiş olması, kıtaya yönelik akademik ilginin azlığının da önemli bir nedeni olmuştur. Örneğin Türk üniversitelerinde bir yüksek lisans bitirme tezinin yazılmasına yardımcı olabilecek düzeyde dahi akademik çalışma bulunmamaktadır. Dünya genelinde ise Afrika ile ilgili akademik yayınların artışında dikkat çekici bir gelişme olduğu görülmektedir (Tepebaş, 2013: 363). Literatürde Türk akademisyenlerinin ve üniversitelerin halen Afrika’nın bilimsel açıdan önemini kavrayamadığına ve aynı şekilde bunun Afrika cephesi açısından da geçerli olduğuna yer veren eleştirilere rastlanmaktadır (Uchehara, 2008: 45).
Türkiye’de maalesef akademik alanda en çok ihmal edilen uzmanlık alanlarının başında Afrika yer almaktadır. Afrika üzerine çalışan akademisyen ve uzman sayısı oldukça azdır ve Afrika üzerine yazılmış eser ve makale sayısı da kısıtlıdır. Bunun yanı sıra yerel diller konusundaki eksikliğimiz de kıtayı tanıyan, araştıran ve buradaki gelişmeleri yakından takip eden entelektüel bir akademik zümreye ihtiyaç göstermektedir (Oba, 2008: 95). Bu alandaki boşluklar giderilebildiği takdirde Türkiye-Afrika ilişkilerinde güçlü bir temel oluşturulabilmesi ve Türk medyasının da Afrika’daki gelişmeleri kamuoyuna daha gerçekçi biçimde aktarması mümkün olabilecektir.
Türkiye Afrika ilişkilerini geniş şekilde ele alan bir çalışma Tepeciklioğlu (2012) tarafından yapılmıştır. Söz konusu çalışmada, Afrika kıtasının dünya politikasında artan önemine dikkat çekildikten sonra Türkiye’nin Afrika’ya Açılım Eylem Planı ve Sonrası incelenmiş, Türkiye’nin bölgesel güç olma arzusu perspektifinden değerlendirmeler yapılmıştır. Makale, Türkiye’nin Afrika ülkeleriyle ilişkilerinin kronolojik bir takibini yapmanın yanı sıra, geçtiğimiz elli yıl boyunca izlenen politikadan bugünlere nasıl gelindiğinin kaydını tutma ve Türk Dış Politikası’nda yaşanan bu önemli değişikliğin nedenlerini sorgulama amacını taşımaktadır (Tepeciklioğlu, 2012: 60).
Karagül ve Arslan (2013) tarafından gerçekleştirilen bir diğer çalışmada, Türkiye’nin Afrika açılım politikası incelenmiş ve Afrika Birliği ile stratejik ortaklık temelinde kurulan işbirliğinin kurumsal altyapısının nasıl şekillendirileceği üzerinde durulmuştur. Makalede Afrika’ya açılımın siyasi ve ekonomik alanda Türkiye için fırsatlar sağlamasının yanı sıra çeşitli zorluklarla da karşılaşılacağına işaret edilmektedir.
Boztaş (2014), Türkiye’nin Afrika politikasının arka planını Osmanlı dönemi ilişkilerinden itibaren ele almış ve Osmanlı sonrasında Cumhuriyet Türkiye’sinin Afrika’ya Açılım Eylem Planı’na kadar geçirdiği süreci analiz etmiştir. Bu bağlamda, Türkiye-Afrika ilişkilerini kuramsal bir analizle birlikte sunmayı hedefleyen çalışmada, eleştirel ve uluslararası toplum teorileri temelinde kıta ile ilişkiler açıklanmaya çalışılmıştır.
Afrika ülkeleri ile ekonomik ve ticari ilişkilerimizin kapsamlı biçimde ele alındığı bir çalışma, Altan (2004) tarafından yapılmış ve Afrika ile ticaret hacmimizdeki gelişmeler 1995-2004 yılları arası için inceleme konusu yapılmıştır. Tepebaş (2014), Türkiye ile Afrika arasındaki ekonomik ve ticari ilişkileri inceleyen makalesinde daha çok siyasi ilişkiler üzerinde yoğunlaşmış, ticari ilişkilere sınırlı şekilde yer vermiştir. Doğan ve Tunç (2015) tarafından yapılan bir çalışmada ise Türkiye’nin Afrika ülkeleriyle olan dış ticaretinin belirleyicileri, “panel çekim modeli” yardımıyla incelenmiş ve Türkiye-Afrika ticareti üzerinde hangi faktörlerin etkili olduğu tahmin edilmeye çalışılmıştır.
Türkiye’de Afrika ile ilişkiler konusunda yapılan çalışmalara genel olarak bakıldığında, çalışma sayısının oldukça sınırlı olmasının yanı sıra bunların içeriğinin de çoğunlukla hükümetin ve Dışişleri Bakanlığı’nın çalışmalarını yansıtmaktan ibaret olduğu görülmektedir. Dolayısıyla yapılan çalışmaların çoğu, siyasal ve diplomatik ilişkileri ele alan çalışmalardır. Afrika’nın ekonomik ve ticari potansiyelini ve işbirliği imkanlarını kamuoyuna aktarmakta yetersiz kalmaktadır. Benzer şekilde yazılı ve görsel basında da kıta ülkelerinde yaşanan olumsuz gelişmeler üzerinde durulmakta, olumlu gelişmeler ve başarı hikayeleri gündemde yer bulamamaktadır. Üstelik aktarılan gelişmeler, batılı haber ajanslarının değerlendirmelerinden oluşmaktadır.
Türkiye’nin Afrika ülkeleri ile ilişkilerinin geliştirilmesinin önünde duran en büyük engellerden biri, bu kıtanın ülkemizde yeterince tanınmaması ve bilinmemesidir. Afrika ülkelerinde de Türkiye’nin pek tanınmadığı maalesef bir diğer gerçektir. Bu durumda Türk toplumunun bilinçaltında Afrika’ya dair olumsuz bir imaj oluşmaktadır. Bu sorunun giderilebilmesi için kıta ile ilgili sorunların objektif bir bakış açısıyla incelenmesi ve özgün biçimde değerlendirilmesi gerekmektedir. Afrika’ya daha geniş açıdan ve bilimsel bir yaklaşımla bakıldığı takdirde kıtlık, afet ve çatışma gibi anahtar sözcüklerin yanına potansiyel, ortaklık ve kalkınma gibi kavramların da eklenmesi mümkün olabilecektir (Tepebaş, 2013: 361). Sınırlı da olsa Türkiye’deki bazı araştırma merkezlerinin yayınladığı kitap, rapor ve makaleler ile çalıştay ve konferans türü etkinliklerin ve bireysel düzeydeki araştırmaların, kurumsal düzeydeki çalışmaların önüne geçtiği fakat bunun Afrika’yı gerektiği kadar tanımamıza yetmediği ifade edilmektedir (Oba, 2008: 94).
Bu alanda gözlemlenen bir diğer sorun, Afrika’dan Türkiye’ye sürdürülebilir bilgi akışının sağlanamamasıdır. Bu durum, Türkiye’nin Afrika ile ilişkilerini geliştirme yönündeki plan ve programlarını etkileyebilecek bazı önemli gelişmelerin yeterince izlenememesine ve kapsamlı şekilde değerlendirilememesine yol açmaktadır. Bilhassa Afrikalıların, Türkiye’den beklentilerinin doğru analiz edilmesi ve doğru stratejiler belirlenmesine esas teşkil edebilecek araştırmalar yapılması, büyük önem arz etmektedir. Türk akademisyenleri ve üniversiteleri, uzun ve müşterek bir geçmişe sahip olduğumuz Afrika konusunu ihmal etmeye devam ederken Afrika’ya dair kapsamlı politikaları olan ülkeler, kendi lisans ve yüksek lisans öğrencilerini çeşitli girişimlerle kıtadaki yerel dilleri yerinde öğrenmeleri konusunda teşvik etmektedirler. Özellikle Çin Halk Cumhuriyeti’nin son dönemde kıtadaki Konfüçyüs Enstitüleri ile önemli bir misyon üstelendiği görülmektedir. Ayrıca Batı Avrupa’da sömürgeci geçmişi olmayan ülkeler dışında kıta ile tarihsel bağları bulunmayan İsviçre, İsveç, Norveç, Danimarka ve Finlandiya gibi ülkelerdeki üniversitelerde dahi kıta ile ilgili çeşitli faaliyetlerin gerçekleştirildiği, akademik yayınların değişimi ve zengin bir bilgi akışı temin ettikleri gözlenmektedir (Tepebaş, 2013: 366).
Türkiye uzun yıllar bölgeye ilgisiz kalmış olmakla eleştirilmekle beraber kıta ülkeleri ile Osmanlı İmparatorluğu’na dayanan tarihi ve kültürel ortaklıkların olması, Türkiye’nin bölgede hiçbir zaman sömürgeci geçmişinin olmayışı ve bölgeye yaptığı yardımların meydana getirdiği olumlu imaj, Türkiye’nin avantajları olarak sayılmaktadır. Bu yüzden, henüz fark edilmemiş bakir bir coğrafyadan oluşan kıtada, ulaşım ve diğer bazı zorluklar olmasına rağmen hemen her sektörde işbirliği imkanları bulunduğu üzerinde önemle durulmaktadır. Bunların yanı sıra ekonomik ve siyasi yakınlaşmanın kültürel yakınlaşma ile doğrudan bağlantılı olduğu dikkate alınarak Türkiye’nin kıta ülkelerine yönelik akademik ve kültürel faaliyetlerini artırmasının, tarafların birbirini tanımasının önündeki güçlüklerin ortadan kaldırılmasına yardımcı olacağı vurgulanmaktadır. Afrika’da acemiliği ve çekingenliği üzerinden atan Türkiye’nin artık kıtaya daha rasyonel ve geniş bir perspektiften bakması zorunluluğu vardır. Çünkü Afrika ülkeleri ilelebet bugünkü gibi yoksul ve az gelişmiş kalmayacaktır. Afrika ile ilişkilerinde açılımı tamamlayıp ortaklık seviyesine yükselen Türkiye’nin, ortaklığın faydalarını da risklerini de iyi değerlendirmesi gerekmektedir (Öztürk, 2004: 16).
Afrika, dünyanın en büyük ikinci kıtası olarak 30 milyon km2’lik alanı, zengin doğal kaynakları ve insan kapasitesi ile küresel sahnede ağırlığı giderek artan bir aktör olarak değerlendirilmektedir. Son on yıl içinde dünyanın en hızlı büyüyen on ekonomisinden altısı bu kıtadadır. Dünya Bankası verilerine göre, son beş yılda kıtada petrol gelirlerine dayalı olmayan yıllık ortalama büyüme oranı % 5,4’tür (www.mfa.gov.tr).
Afrika Kalkınma Bankası tarafından yapılan bir çalışmada, 2010-2060 yılları arasında kıtada kişi başına düşen gelirin 1.667 dolardan 5.600 dolara ulaşacağı, orta sınıfa mensup nüfus oranının % 34’ten % 42’ye yükseleceği, bugün 56 yıl olan ortalama yaşam süresinin de 70 yıla yükseleceği yönünde tahminlere yer verilmektedir. Bir milyarı aşan nüfusu ile dünya nüfusunun % 15’ine ev sahipliği yapmakta olan Afrika’nın 2030’da 1,6 milyarlık nüfusa ulaşması ve dünya nüfusunun % 19’unu oluşturması beklenmektedir. 2010 yılında toplam nüfusun % 40’ını şehirlerde ikamet edenler oluştururken, bu oranın 2030’a kadar % 50’ye ve 2060 yılına kadar da % 65’e ulaşacağı kaydedilmektedir (www.mfa.gov.tr).
Uluslararası platformlarda da Afrika’nın sesi bir bütün olarak daha fazla duyulur hale gelmiştir. Birleşmiş Milletler’den sonra üye sayısı ve uluslararası etkinliği bakımından öne çıkan uluslararası örgüt mahiyetindeki Afrika Birliği, “Afrika sorunlarına Afrika çözümleri” üretmeye çalışmakta ve giderek artan bir yoğunlukta, üyelerine yön gösteren, rehberliği aranan ve diğer uluslararası aktörler tarafından itibar edilen bir örgüt konumuna geldiği görülmektedir. Bununla birlikte, az gelişmişlikten ve yoksulluktan kaynaklanan pek çok soruna henüz kalıcı ve kapsayıcı çözümler getirememiş olan Afrika kıtasının sunduğu tablo pek çok olumsuz unsuru da içinde barındırmaktadır. Afrika’da iç çatışma, darbe, terörizm, aşırı şiddet gibi istikrarsızlık unsurları, demokratikleşme sürecinde yaşanan sıkıntılar, yoksulluk ve aşırı nüfus artışı, kaynakların yetersizliği ve etkin kullanılamaması, bunların sağlık ve eğitim hizmetlerinde yol açtığı ciddi aksamalar, salgın hastalıklar ve göç gibi sorunlar halen çözüm beklemektedir (Habiyaremye ve Oğuzlu, 2014: 68).
Bütün bu zorluklara ve kıtada ticaret yapma güçlüklerine rağmen Afrika kıtası büyük insan potansiyeli, teknolojiye, gelişime ve modernleşmeye olan açlığı ve olağanüstü yeraltı zenginlikleriyle gerek ülkemizin, gerekse dünyada büyüme arzusunda olan birçok ülkenin hedefi durumundadır. Önümüzdeki 20 yıllık süreçte, Afrika’daki birçok ülkenin gelişmekte olan ülkeler statüsüne dönüşeceği gerçeğiyle kıtanın en cezbedici pazar haline gelmesi beklenmektedir. Bu kıtaya yatırım yapmış, altyapısını oluşturmuş ve yıllardan beri çeşitli zorluklara katlanmış olan vizyoner girişimciler bu pazardaki yatırımlarının meyvelerini şimdiden toplamaya başlamış bulunmaktadırlar (Arda, 2013: 101).
Afrika’yı ekonomik anlamda cazip kılan değerleri; nüfusu, el değmemiş hammadde ve maden stokları, ucuz işçiliği ve dört tarafının deniz olması nedeniyle dünya pazarlarına kolay erişilmesi şeklinde sayılabilir. On yılı aşkın süredir, ekonomik büyüme, insani gelişmişlik ve siyasal istikrar konularında belirgin bir ilerleme kaydeden Afrika ülkelerinin, ekonomilerini geliştirmek için çeşitli arayışlar içinde oldukları görülmektedir. Geleneksel olmayan sektörlerde faaliyet göstermek, ürün çeşidini ve ihracatı artırmak ve yeni ekonomik ilişkiler oluşturmak bu arayışların başında gelenleridir.
Afrika kıtası, temel ekonomik büyüklük göstergesi sayılabilecek olan nominal Gayrisafi Milli Hasıla (GSMH) açısından bakıldığında oldukça küçüktür. Sahra-Altı Afrika’nın tümü, Türkiye’nin ancak bir buçuk katı kadar bir iktisadi büyüklüğe sahiptir. Kuzey Afrika ülkeleri ise (Cezayir, Fas, Libya, Mısır, Sudan ve Tunus) Türkiye’ye yakın bir iktisadi varlık oluşturmaktadır (Arda, 2013: 102). Yakın dönemde siyasi, ekonomik ve sosyal alanlarda içinde bulunduğu sorunları aşabilme konusunda kayda değer çabalar gösteren Afrika, sahip olduğu zengin doğal kaynakları ve genç nüfusu ile gerek gelişmiş gerekse gelişmekte olan ülkeler nezdindeki stratejik önemini gün geçtikçe arttırmaktadır. Son beş yıllık dönemde Afrika’nın istikrarlı olarak ifade edilebilecek büyüme oranlarını yakaladığı, dış yardımlardan ve yatırımlardan elde ettiği kazançları arttırdığı bilinmektedir. Söz konusu gelişmeler sonucu kıtada kısmi iyileşmeden söz etmek mümkün olmakla birlikte bu gelişmelerin yoksulluğun azaltılmasında ve dünya ekonomisi ile bütünleşmede sınırlı bir etki yaptığı görülmektedir.
Genellikle, kolonyal dönemin bir sonucu olarak çizilen sınırlarla oluşan Afrika ülkeleri çok farklı büyüklüktedirler. Ekonomik yapısı ve gelişmişlik düzeyi itibariyle diğer ülkelerden ayrışan Güney Afrika Cumhuriyeti, tek başına bütün Afrika GSMH’nin beşte birini sağlamaktadır. 2011 yılında 55 Afrika ülkesinin dünya ile ticareti toplam 1 trilyon 96 milyon dolardır. Bunun 595 milyar doları ihracata, 501 milyar doları ise ithalata aittir (Sürek, 2013: 125). Dünya ile ticaretinin ilk üç ülkesi ihracatta da ithalatta da ABD, Çin ve Fransa’dır. Afrika’nın ihracatında Avrupa ülkeleri göreli olarak önemini kaybetse de en büyük hedef bölge durumunu korumaktadır. Tarihten gelen kolonyal bağlar ve Avrupa Birliğinin sağladığı ticaret kolaylıkları buna yardımcı olmaktadır.
İçerik olarak Afrika’nın ihracatında petrol en önemli kalemdir. Dünya ekonomisindeki gelişmelere paralel olarak petrolün önemi giderek artmaktadır. Afrika’nın ihracatında madenler de, yine son zamanlardaki miktar ve fiyat artışlarının etkisiyle ihracattaki payını korumakta, buna karşılık tarımsal ürünlerle sanayi ürünlerinin payı azalmaktadır. İthalat açısından bakıldığında Afrika’nın ithalatında sanayi ürünleri başat rolünü korumaktadır. İkinci öneme haiz grup, gıda maddeleridir. Afrika, tarımdaki geri kalmışlığının da etkisiyle, temel gıda maddeleri konusunda ciddi bir açık vermekte ve bu açık ithalatla karşılanmaktadır. Bölge zenginleştikçe talebin devam etmesi ve temel gıda maddelerinden daha kaliteli ve işlenmiş gıda kalemlerine doğru kayması beklenmektedir. Afrika’nın son yıllarda sergilediği büyüme tablosu ve özellikle yeni petrol rezervleri, kıtaya yeni aktörleri çekmiştir. Güney Afrika’dan Angola’ya, Mali’den Sudan’a kadar birçok ülkede bulunan yeni petrol kaynakları, Çin ve Hindistan için olduğu kadar bu kıtadan elini kolunu hiçbir zaman tam olarak çekmemiş olan Avrupalı eski sömürgeciler için de önemini korumaktadır.
Afrika’da hatırı sayılır sayıda OPEC ülkesi olmayan petrol üreticisinin bulunması, özellikle Yeni Sanayileşen ülkeler için bu kıtayı cazibe merkezi haline getirmiş durumdadır. Petrol ve doğalgaz onlar için henüz “elmas tarlalarından” daha değerli olduğundan, ticaret ve yatırım fırsatlarını değerlendirmek için birbirleri ile yarışmaktadırlar. Örneğin 1996 yılına kadar Çin’in kıtadaki doğrudan yatırımları sadece 56 milyon dolar iken 2011’ de 15 milyar dolara ulaşmıştır. Ayrıca kıtaya yönelik resmi kalkınma yardımları ile Çin’in yardım ve yatırımlarının Afrika ekonomisinin yıllık ortalama % 5 oranında büyümesinde önemli bir yer tuttuğu ifade edilmektedir. Çin, bugün ortaya çıkan boşluğu oldukça iyi değerlendirmekte ve elindeki döviz rezervlerini kara kıtada yatırımlar şeklinde yönetmektedir. Bu durum hem Afrika’nın dünya ekonomisine yeni bir aktör olarak katılmasına hem de Çin’in ucuz üreticilik vasfını ondan devralmasına olanak sağlamaktadır (Kakuchi, 2013).
Türkiye’den bir yıl sonra, 2006 yılını Afrika Yılı ilan eden Çin, birçok Afrikalı lider tarafından Batılı ülkelerin alternatifi ve Afrika’nın yeni dostu olarak görülmüştür. Gerçekleştirdiği altyapı projeleri, sağladığı düşük faizli krediler ve iç işlerine müdahale etmeme gibi hususlar, Çin’i Afrikalı ülkelerin yeni ortağı yapmıştır. Ancak son yıllarda Afrikalı politika yapıcılar ve düşünürler arasında, Afrika ülkelerinin Çin ile geliştirilen ilişkilerden yeterince kârlı çıkmadığına dair bir düşünce yaygınlaşmaktadır. Geliştirdiği siyasi ilişkilerin, sağladığı ekonomik destek ve kalkınma yardımlarının Afrika ülkelerinin ekonomik kalkınmasına kalıcı katkı sağlamadığı görülen Çin, son birkaç yıldır “yeni sömürgeci” ithamlarıyla karşı karşıya kalmıştır (Alpay, 2009: 16).
Doğrudan yatırımlar dışında kıta ülkelerine yönelik resmi kalkınma yardımlarında ABD başta gelmekte, AB kurumlarının yanı sıra Fransa, İngiltere, Almanya, İsviçre, Danimarka, İsveç, Finlandiya, Japonya ve Kanada ilk sıralarda yer almaktadırlar. Yatırım için en geniş potansiyele sahip sektörlerin sırasıyla madencilik ve metaller, petrol ve doğal gaz, doğal kaynakların işletilmesi, turizm, tüketim malları, altyapı ve telekomünikasyon olacağı yönündeki görüşler ön plana çıkmaktadır (Otty ve Sita, 2011: 19). Yeryüzündeki kömür, petrol ve doğal gaz gibi enerji kaynakları ile ilgili rezervlerin azalmasına karşın Doğu Afrika ülkelerinde son yıllarda ulaşılan yeni rezervler, enerji konusunun gündemde kalmaya devam edeceğini göstermektedir.
Afrika’nın sanayileşmeye yönelik politikalarının başarıya ulaşabilmesi, şüphesiz ekonomik dönüşümü sağlayabilmesi ve ürün çeşitliliğini arttırabilmesi ile doğrudan ilintilidir. Ancak bunun önünde birtakım engellerin bulunduğu açıktır. Özellikle kıtanın günümüzde sahip olduğu mukayeseli üstünlükler, küresel rekabette daha az önem arz etmekte ve bu nedenle ürün çeşitliliğinin arttırılması zorunluluğu bulunmaktadır. Öte yandan teknoloji alanındaki planlama, kalkınma sürecinde ihmal edilen konuların başında gelirken son dönemde en çok önem verilen konulardan biri olarak göze çarpmaktadır. Afrika Birliği de bu hususta kararlı adımların atılacağını daha net bir biçimde vurgulamaktadır (Yener, 2007: 547).
Bu unsurlar göz önünde bulundurularak Afrika kıtası, Türkiye’nin de son dönemde ilişkilerine özel önem verdiği bir bölge haline gelmiştir. Bunu, çok taraflı dış politika anlayışımızın önemli bir göstergesi olarak kabul etmek de mümkündür. Türkiye, gelişmiş sanayisi ve nitelikli işgücünün yanı sıra uluslararası piyasadaki deneyimi sayesinde Afrika ülkeleri ile ilişkilerini geliştirme hususunda kayda değer çabalar sarf etmektedir. Bu doğrultuda, kıtadaki ortaklarımızla karşılıklı ticaret hacmimizin arttırılması ve yeni ortaklıklar yoluyla söz konusu bağlantıların geliştirilmesi büyük önem arz etmektedir. Çin’in Afrika’daki imajının kötüleşmesinin Türkiye’yi kıtada daha avantajlı hale getireceği ve kıta ülkelerinin gözünde daha değerli kılacağı kuşkusuzdur (Boztaş, 2014:162).
Kurulduğu günden itibaren yıllarca Batılı devletler topluluğunun bir parçası olduğunu kanıtlamaya çalışan Türkiye, uzun yıllar Afrika’nın çoğu az gelişmiş ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmeyi dış politika öncelikleri arasında kabul etmemiştir. Günümüzün önemli büyük güçlerinin Afrika ülkeleriyle ilişkilerini geliştirme yolundaki adımları, Türkiye’de kıtaya yönelik siyasi ve ekonomik alanda artan ilgide önemli ölçüde etkili olmuştur. Bölgesel güç olma gibi bir amaç taşıyan Türkiye, kıtadaki etkinliğini artırma yolunda son zamanlarda pek çok adım atmıştır. Ancak, coğrafi uzaklığın da etkisiyle kıtadaki iş ve ticaret imkanlarının Türk firmalarınca yeterince bilinmemesi ve bu ülkelerdeki ekonomik-politik istikrarsızlıklar nedenleriyle, kıtadaki ekonomik faaliyetlerin yürütülmesinde zorluklarla karşılaşılmıştır.
Bu zorluklara rağmen Afrika ülkeleri ile ticari ilişkileri geliştirme ve kıtada iş imkanları yaratma konusunda Türk firmaları giderek tecrübe kazanmış, Türk firmaları ile Afrikalı firmalar ve ticaret odaları arasındaki ilişkilerde önemli mesafeler kat edilmiştir. Ayrıca pek çok Afrika ülkesi ile Ticaret, Çifte Vergilendirmenin Önlenmesi ve Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşmaları imzalanmıştır. Bunun yanı sıra, Afrika ülkelerinde Türk ürünleri ile ilgili fuarlar düzenlenmeye başlanmış, Ticaret ve Sanayi Odaları arasında İşbirliği Anlaşmaları imzalanmış ve ticari heyetler arasında karşılıklı geziler yapılmıştır. Tüm bu olumlu gelişmelere karşın, yoğun ticari ilişki içerisinde bulunulan Afrika ülkesi sayısı, özellikle Sahra-Altı bölgesinde sınırlıdır. 2016 yılında, 55 Afrika ülkesi arasında toplam ticaretin 100 milyon doların üzerinde gerçekleştiği ülke sayısı sekizi geçmemektedir (Cezayir, Libya, Güney Afrika Cumhuriyeti, Mısır, Fas, Tunus, Nijerya ve Gana) (Sorhun, 2013: 27).
Türkiye’nin Afrika ülkeleri ile ticaret hacmi, özellikle “Afrika’ya Açılım Eylem Planı” ve “Afrika Ülkeleriyle Ekonomik İlişkilerin Geliştirilmesi Stratejisi”nin uygulamaya konulmasının ardından önemli oranda artış gösterse de bu oran, ticari ilişkiler içinde bulunulan birçok bölgenin henüz gerisindedir. Pek çoğuyla her alanda daha yeni ilişkilerimizi geliştirmeye başladığımız Afrika ülkeleriyle olan ilişkilerimizin ana eksenini “eşitlik” olgusu tayin etmektedir. Tarihten bu yana Afrika’ya sömürgeci veya fırsatçı bir yaklaşım içinde olmamamızın sonucu olarak, Afrika ülkeleri ile ilişkilerimizin ekonomik ve siyasi boyutu olumlu yönde seyretmekte ve hızla gelişmektedir.
Bununla beraber, Sahra-Altı Afrika ya da Sahra’nın Güneyindeki Afrika (SAGA) ülkelerinin, Türkiye’nin Afrika ile ticareti içindeki payları hâlâ çok düşük seviyelerdedir. Bunun nedenlerinin başında bu ülkelerin Türkiye tarafından uzun yıllar ihmal edilmesi ve tarihi-kültürel bağlarımızın bulunduğu Kuzey Afrika ülkelerinin Türkiye’nin geleneksel pazarları arasında yer almasıdır. Bu nedenle, kıta ile olan ticaret hacmine ilişkin verilerin Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve Dış Ticaret Müsteşarlığı (DTM) gibi resmi kurumların sitelerinde bile Afrika Kıtasının “Kuzey Afrika” ve “Diğer Afrika” şeklinde iki grupta toplandığı görülmektedir (Tepeciklioğlu, 2012: 81).
Diğer yandan, Çizelge 1’de görüleceği üzere, 2012-2016 yıllarını kapsayan beş yıllık dönemde Afrika ülkeleri ile ticaretimizde kayda değer bir artış olmamıştır. İyimser bir bakış açısı ile bakıldığında 2012-2016 yılları arasında istikrar sağlandığı bile söylenebilir. Fakat daha gerçekçi bir yaklaşımla 2015 ve 2016 yıllarında önceki yıllara göre düşüş olduğu görülmektedir. Bu durum, daha önce 2015 yılı için öngörülen 50 milyar dolarlık dış ticaret hacmi hedefinin mevcut konjonktürde gerçekçi bir hedef olmadığını ortaya koymuş ve söz konusu hedef 2018 yılına ötelenmiştir. Ancak, öngörülen bu hedefin 2018 yılında da gerçekleştirilmesinin mümkün olamayacağı açıktır.
Çizelge 1’in incelenmesinden, Afrika ülkeleri ile ticaret hacmimizin 2016 yılında 16,7 milyar dolar olduğu görülmektedir. Bunun 11,4 milyar dolarını ihracatımız, 5,3 milyar dolarını ise ithalatımız oluşturmuştur. Bu süreçte Türkiye’nin Afrika’daki başlıca ticaret ortakları değişmemiştir. Siyasi ilişkilerimizin sancılı bir dönemden geçtiği Mısır 2,8 milyar dolar ile ilk sıradaki yerini korurken bu ülkeyi Cezayir (1,8 milyar dolar), Fas (1,5 milyar dolar), Libya (0,9 milyar dolar), Tunus (0,9 milyar dolar), Güney Afrika Cumhuriyeti (0,5 milyar dolar) ve Nijerya (0,3 milyar dolar) takip etmiştir.
Öte yandan, Afrika kıtasındaki ticaret ortaklarımızın çeşitlendirilmesi büyük önem arz etmektedir. Bu anlamda önemli potansiyele sahip olan Etiyopya, Gana, Kenya, Fildişi Kıyısı, Sudan ve Tanzanya gibi ülkelerle yapmış olduğumuz ticarette, ileriye dönük ümit vaat eden gelişme kaydedilememiştir. 2009 yılından bu yana Afrika ülkeleriyle karşılıklı olarak açılan Büyükelçiliklerin ve Ticaret Müşavirliklerinin yanı sıra Türk Hava Yolları’nın Afrika seferlerindeki artış, Afrika Kalkınma Bankası’na üyeliğimiz ve TİKA’nın kıta genelindeki faaliyet alanını genişletmesi gibi faktörlerden ötürü mevcut potansiyel dikkate alındığında, dış ticaret hacmimizin daha yukarılara taşınması gerektiği muhakkaktır.
Çizelge 1. Afrika Ülkeleri İle Türkiye’nin Dış Ticareti (2012-2016)
Türkiye’nin Toplam İhracatı (Milyon $) | 2012 | 2013 | 2014 | 2015 | 2016 |
152.461.737 | 151.802.677 | 157.610.158 | 143.838.871 | 142.557.355 | |
AFRİKA | 13.356.850 | 14.145.544 | 13.754.398 | 12.448.924 | 11.408.754 |
Kuzey Afrika | 9.433.604 | 10.041.750 | 9.757.935 | 8.527.126 | 7.756.473 |
Diğer Afrika | 3.913.246 | 4.103.794 | 3.996.463 | 3.921.798 | 3.652.281 |
Türkiye’nin Toplam İthalatı (Milyon $) | 236.545.141 | 251.661.250 | 242.177.117 | 207.234.359 | 198.610.256 |
AFRİKA | 5.921.790 | 6.031.109 | 5.937.961 | 5.099.351 | 5.355.533 |
Kuzey Afrika | 3.308.343 | 3.508.479 | 3.435.769 | 3.006.965 | 3.200.760 |
Diğer Afrika | 2.613.447 | 2.522.630 | 2.502.192 | 2.092.386 | 2.154.733 |
Kaynak: TÜİK Dış Ticaret İstatistikleri 2016.
Yatırımlar açısından bakıldığında yakın zamana kadar oldukça düşük bir düzeyde olan Afrika kıtasındaki doğrudan yatırımlarımızın hâlihazırda 6 milyar dolara ulaştığı hesaplanmaktadır. Yurtdışı müteahhitlik hizmetleri sektöründe de belirli bir yükseliş süreci göze çarpmaktadır. 2013 yılında Afrika’da üstlenilen 50 projenin değeri 3 milyar dolar civarındadır. Bugüne kadar kümülatif olarak Afrika’da üstlenilen 1076 projenin toplam değeri ise 54 milyar dolara yaklaşmıştır (www.mfa.gov.tr).
2010 yılında kabul edilen “Afrika Strateji Belgesi”nin uygulanmaya başlamasıyla, ülkemizin Afrika açılımı tamamlanmış ve ilişkilerin her alanda derinleşmeye ve çeşitlenmeye başladığı, “Türkiye-Afrika Ortaklığı” şeklinde tanımlanabilecek yeni bir döneme geçilmiştir. Bu yeni dönemde Türkiye’nin kendi tarihi tecrübesini, toplumsal, siyasal ve kültürel birikimini, sahip olduğu imkan ve kaynakları Afrikalı yönetimlerle ve halklarla “Afrika sorunlarına Afrika çözümleri” ilkesi çerçevesinde ve karşılıklı fayda temelinde paylaşmaya devam etmesi halinde öngörülen hedeflere ulaşılması mümkün olabilecektir.
Diğer yandan Türkiye’nin Afrika’ya yöneliminin ve kıtadaki ülkelerle sadece ticari alanda değil, siyasi ve kültürel alanda da ilişkilerini geliştirmeye çalışmasının bir diğer nedeni, bölgesel güç olma isteği ile yakından ilgilidir. Bölgesel güç en genel anlamıyla, bölge siyasetini belirleme ve etkileme yeteneğine sahip, içinde yaşadığı coğrafyada etkin olan ülke olarak tanımlanabilir (Beck, 2006: 12). Bölgesel güç olma iddiasındaki Türkiye’nin Afrika’yı göz ardı etme lüksü yoktur. Ancak Türkiye, en azından şimdilik Afrika kıtasındaki büyük güçlerle yarışabilecek durumda değildir. Çünkü Afrika ülkeleri, uluslararası politikada önemli rekabet alanlarından biri haline gelmiştir (Aydın, 2014: 12).
Afrika ülkeleri perspektifinden bakıldığında ise Afrikalılar Türkiye’yi İslam dünyasına mensup ve Batılı ilişkileri kurabilen, kendileri tarafından örnek alınabilecek güçlü bir ülke olarak görmektedir. Türkiye’nin sömürgecilik geçmişine sahip olmayışı da bunda etkendir. Türkiye’nin Afrika’da yaşanan olaylarda uzlaştırmacı tutumunu ortaya koyarak hareket etmesi diğer devletlere nazaran Türkiye’yi farklı kılmaktadır.
Türkiye’nin Afrika genelinde takip etmekte olduğu politikalar, olumlu bir referans oluşturmakla birlikte diğer ülkelerle mukayese edildiğinde henüz yeterli seviyeye ve deneyime ulaştığı söylenemez. Zira Avrupalı ülkelerin yanı sıra ABD, Çin, Hindistan, Brezilya ve Japonya gibi ülkeler çok sayıda aktörle sahada yer almaktadırlar. Türkiye’nin böylesine bir rekabet ortamında daha görünür bir konuma erişebilmesi için devlet kurumları, özel sektör, üniversiteler ve medya gibi tüm sosyo-ekonomik aktörlerin dahil olacağı ulusal bir ortaklık tesis etme zorunluluğu bulunmaktadır. Bu yönde atılacak adımlar, Türkiye’nin Afrika’ya Açılım Politikası’nı destekleyecek ve Afrika halkları nezdinde daha görünür hale gelmesini sağlayacaktır (Tepebaş, 2013: 380).
Afrika ülkelerinin çeşitli ekonomik bütünleşme hareketleri içinde bir araya gelmeleri, bu kıtanın ayrı ayrı ülkelerden oluşan bölünmüş pazarlar olarak değil, aralarında gümrük vergilerinin kaldırıldığı her biri geniş tüketici kitlesini barındıran iki veya üç ana pazar olarak değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu şekilde bakıldığında, Afrika kıtasının, girişimcilerimiz açısından önemli fırsatlar sunduğu görülmektedir. Bu ülkelerde hammadde ve el emeğinin nispeten ucuz olmasının yanı sıra bu ülkelerin AB’nin tercihli ticaret sistemine dahil olmaları nedeniyle Afrika kıtasının Türk firmaları açısından önemli bir cazibe merkezi olması beklenmelidir.
Afrika ülkeleri ile oluşturulan iyi ilişkilerin ve altyapının, uzun dönemde siyasi ilişkileri de etkileyeceği ve Türkiye’ye dış politikada önemli avantajlar sağlayacağı kuşkusuzdur. “Afrika’ya Açılım Hamlesi”nden beklenen sonuçların elde edilmesi için bu girişimin yeterli bir kaynakla finanse edilmesi gerektiği açıktır. Bu takdirde, Afrika’nın yardımdan ziyade yatırım ve ticaret imkânlarının arttırılmasına ihtiyaç duyduğu gerçeğinden hareketle Afrika ülkelerine sağlanacak teknik yardım, uzman değişimi, Afrikalı uzmanlara kurs ve seminerler verilmesi gibi girişimlerle ikili ilişkilerimizin daha da ileri götürülebilmesi mümkündür. Bu meyanda, özelikle sulama, tarım, ormancılık ve enerji konularında ülkemizin tecrübelerinin Afrika ülkelerine aktarılması, ilişkilerimize önemli katkılar sağlayacaktır (Güçlü, 2002 ).
Türkiye, Afrika gerçeğini 2005 yılından bu yana öğrenmiş ve son yıllarda Afrika’daki yeni oyuncular arasında yerini almaya başlamıştır. Son on yıl içinde Afrika’da en fazla varlık gösteren ülkeler sıralaması yapıldığında Türkiye’nin Brezilya, Hindistan ve Çin ile birlikte ilk sıralarda yer aldığı görülmektedir (www.mfa.gov.tr). Bu durum Türk Dış Politikası’nda önemli bir tercih olarak ortaya çıkmış ve ekonomi ve iş dünyasının dikkatinin devlet eliyle Afrika’ya yoğunlaştırılmasına katkıda bulunmuştur. Sonuçta, özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarının Afrika’ya yönelik ilgisi artmış ve yeni iş imkanları yaratılmıştır.
Türkiye’nin Afrika’ya olan ekonomik açılımı, ekonomi ve iş ilişkilerinin ötesinde bir misyona sahiptir. İş çevreleri, başka yerlerde olduğu gibi, kurulacak ilişkilerde sadece hükümet misyonunu izlememekte, kendileri de yeni girişimler başlatmaktadır. Türkiye’nin insani yönü güçlü Afrika misyonu, belirli ölçüde ideolojiktir. Özellikle Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu ülkelerde yükselen bir Türkiye algısı, hem iş dünyasına hem de Türk Sivil Toplum Kuruluşlarına (STK) hızla kapı açabilmektedir.
Bununla beraber Afrika’da açılım politikası ile ivme kazanan ekonomik ilişkilerimiz birtakım avantaj ve dezavantajlara sahiptir. Ülkemizin uzun süre bölgeye ilgisiz kalması başta gelen eleştiridir. Ancak Osmanlı İmparatorluğu’na dayanan dini ve kültürel ortaklıklarımızın olması, bölgede hiçbir zaman sömürgeci geçmişimizin olmayışı, bölgeye yaptığımız yardımların meydana getirdiği olumlu imaj, sahip olduğumuz avantajlar arasındadır.
Kuşkusuz önümüzdeki dönemde de Türkiye’nin Afrika ülkeleri ile ekonomik ilişkileri artarak devam edecektir. Türkiye’nin Afrika ülkelerinin toplam dış ticareti içindeki payının 2018 yılı sonuna kadar % 1,5’ten % 3’e çıkarılması hedeflenmektedir. Aynı dönemde Türkiye’nin dış ticareti içinde Afrika ülkelerinin payının iki katına çıkarılması suretiyle yaklaşık 50 milyar dolarlık bir dış ticaret hacmine ulaşılması öngörülmektedir (Çolak, 2012: 14). Bugünkü koşullar içinde bu hedefin gerçekleştirilmesi zor görünmekle birlikte imkansız değildir. Türkiye’yi kısa süre içinde Afrika kıtasında 2014 yılında 20 milyar dolarlık dış ticaret hacmine ulaştırmış ve her türlü ürünü satabilme başarısını göstermiş olan Türk girişimcisi bu hedefi de gerçekleştirebilir.
Artan ticaret rakamları, Türk firmalarının tüm Afrika’da iş imkanları bulmak ve geliştirmekte başarılı olduklarını ve giderek kıta ülkeleriyle ticaret konusunda önemli bir deneyim kazandıklarını göstermektedir. Ticari ilişkileri geliştirmek ve güçlendirmek amacıyla Afrika ülkelerinde temsilcilik kuran ve bu ülkelerdeki uluslararası fuarlara katılan firmalarımızın sayısı yıldan yıla artmaktadır. Her yıl Afrika’nın çeşitli ülkelerinde “Türk İhraç Ürünleri Fuarları” düzenlenmektedir. Ticaret Odalarımız, Afrika ülkelerinin Ticaret ve Sanayi Odalarıyla İşbirliği Anlaşmaları imzalamakta, Afrika’daki iş imkanlarını mahallinde incelemek amacıyla geziler yapmakta ve Afrika’dan heyetleri ülkemize davet etmektedirler (Hazar, 2008: 26).
Ekonomik ilişkilerimizde yeni bir gelişme, müteahhitlik firmalarımızın son yıllarda Cezayir, Fas ve Tunus gibi Kuzey Afrika ülkeleriyle, diğer bazı Afrika ülkelerinde taahhüt projelerini üstlenmeye başlamalarıdır. Bu bağlamda müteahhitlik, müşavirlik ve mühendislik firmalarımızın Afrika ülkelerindeki pazar paylarının artırılması da öncelikli hedeflerimiz arasındadır.
Afrika ülkeleri ile olan ticaretin boyutları küçük gibi gözükse de, 2003 yılından bu yana gerçekleşen artış, hem bugüne kadar Afrika ülkelerinin ne kadar ihmal edildiğini; hem ilişkilerin ne kadar geliştiğini; hem de kıta ile ticaret potansiyelinin ne kadar yüksek olduğunu ve gelecekte ne gibi fırsatlar yaratılabileceğini ortaya koyması bakımından önemlidir. Kuşkusuz kişi başına gelir düzeyi bir hayli düşük olan Afrika ülkelerine, Türkiye’nin yapacağı ihracatın doğal bir sınırı vardır. Buna rağmen, Doğudan Batıya Afrika’nın tümünde perakende piyasalara giren Türk malları Türkiye’nin Afrika’daki görünürlük, bilinirlik ve tanınırlığını artırmıştır. Bu nedenle Türk ihracatçısının her türlü ürünü satabilmesi, madenleri işletmesi, bu ülkelerde yatırım ve üretim yapmak suretiyle bu pazarlara girmesi, ucuz işçilik ve enerji imkanlarını değerlendirmesi mümkündür. Bütün bunlar, kıtayı iyi analiz ederek, fuar ve sergilere katılarak, karşılıklı alım heyetleriyle temasta olarak, doğru ve güçlü depolama, dağıtım ağları ve perakende zincirleriyle hayata geçirilebilir (Özkan, 2012: 20).
Öte yandan, Türkiye’nin 2023 yılında 500 milyar dolar ihracat hedefinde Afrika ülkeleri önemli bir yere sahiptir. Söz konusu hedef kapsamında Mısır, Cezayir, Libya, Güney Afrika Cumhuriyeti ve Nijerya öne çıkan kıta ülkeleridir. Buna karşın, bugün itibariyle yalnızca dört kıta ülkesi ile Serbest Ticaret Anlaşmamız (STA) mevcuttur, yedi ülke ile çifte vergilendirmenin önlenmesi konusunda anlaşmamız bulunmaktadır. Kıta içi ticaret hacmini artırmayı, yerel endüstrilerini kurmayı, temel gıda ve tüketim malzemelerini üretmeyi arzulayan Afrika ülkeleri, STA’ların ulusal kalkınma girişimlerini olumsuz yönde etkileyeceği gerekçesiyle konuya mesafeli yaklaşmaktadırlar. Bu tablo karşısında, Afrika ekonomisine yön vermekte olan ekonomik birliklerle STA müzakerelerinin başlatılması bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu topluluklarla imzalanacak ticaret anlaşmaları, tüm üye ülkelerle ticareti kolaylaştıracak bir adım olacaktır (Afacan, 2012: 12).
Afrika ülkeleriyle ekonomik ve ticari ilişkilerimizin sağlıklı bir şekilde incelenebilmesi için, aynı kıtada yer almakla birlikte ekonomik yapıları, gelişmişlik düzeyleri ve ekonomik-sosyal sorunları birbirlerinden önemli farklılıklar gösteren Kuzey Afrika ve SAGA (Sahranın Güneyindeki Afrika) ülkeleriyle ilişkilerimizin ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Afrika ülkeleri ile dış ticaretimiz içinde, Kuzey Afrika ülkelerinin payının büyüklüğünün başlıca nedenleri, bu ülkelerin geleneksel pazarlarımız olması ve ülkemizle tarihi ve kültürel bağlarıdır. Bu nedenlerin yanı sıra, uzun vadeli kontratlarla Libya’dan petrol, Cezayir’den LPG ithal etmemiz, Kuzey Afrika ülkeleriyle ticaret rakamlarımızın büyümesine neden olmaktadır. Afrika kıtasında henüz yeterince değerlendirilmemiş çok geniş işbirliği alanları bulunmaktadır. Hemen hemen tüm Afrika ülkelerinin ihtiyaç duydukları teknoloji ve deneyim Türkiye’de mevcuttur. Altyapı, üstyapı, yetişmiş insan gücü eksikliği, yoksulluk ve güçsüzlük kıtanın her tarafında yaygın durumdadır. Bununla beraber siyasi istikrarsızlıklar ve bölgesel çatışmalar ile mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Ne var ki, son yıllarda görece daha istikrarlı bir durum kendini göstermeye başlamış, uzun süredir ertelenmekte olan ekonomik faaliyetler ve çok düşük düzeyde seyreden talep miktarı yükselme eğilimine girmiştir. Önümüzdeki yıllarda bu tür faaliyetlerin daha da artması beklenmektedir.
Türkiye, sahip olduğu “serbest ticaret yoluyla adil ticaret” vizyonu sayesinde Afrika ülkelerinin içinde bulundukları yoksulluk kısır döngüsünü kırmalarına ve ekonomik ve ticari ilişkiler geliştirmelerine yardımcı olma konusunda en uygun ülkedir. Çünkü ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi noktasında Türkiye ile Afrika ülkeleri arasındaki coğrafi yakınlığın yanında Türkiye’nin bazı Afrika ülkeleri ile sahip olduğu tarihsel bağlar da kritik öneme sahiptir (Öztürk, 2004: 38). Ayrıca, Türkiye’nin sanayi ve dış ticaret altyapısı Afrika ekonomilerini tamamlayıcı özellikler taşımaktadır.
Kapsamlı bir Afrika politikası hedefi ile 1998 yılında ilk somut adımını atan Türkiye Cumhuriyeti, geride kalan on beş yıllık süreçte kaydettiği mesafe sayesinde ismini Afrika Birliği’nin stratejik ortakları arasına yazdırmayı başarmıştır. Genel bir değerlendirme yapıldığında yeni diplomatik temsilcilikler, yüksek düzeyli ziyaret trafiği, ulaşım sistemindeki gelişim, artmakta olan ticaret ve yatırımlar, burs olanakları ve BM’nin kıtadaki misyonlarına verilen destek gibi konular ön plana çıkmaktadır. Her beş yılda bir dönüşümlü olarak icra edilmesi öngörülen Türkiye-Afrika İşbirliği Zirveleri, ilişkilerde gelinen noktanın değerlendirilmesi ve geleceğe yönelik hedeflerin planlanması yönünde fırsatlar sunmaktadır. Bu noktada Afrika kıtasının kalkınma potansiyeli ve tarafların birbirlerini tamamlayıcı özellikleri, ekonomik ve ticari işbirliğini cazip kılmakta olan önemli bir gerekçedir (Alkan ve Mercan, 2013: 27).
Bu çerçevede, Afrika Türk firmaları için, özellikle de küçük ve orta büyüklükteki girişimler için hedef pazar konumundadır. Afrika Türkiye için sadece ihracat için canlı bir pazar değildir, aynı zamanda Türk endüstrisi için ucuz hammadde de sağlamaktadır. Yüzyıllar boyunca, Afrika ülkeleri ile siyasi ilişkilerimiz dostluk temelinde sürmüştür. Günümüzde ise Türkiye, gelişmiş sanayisi, nitelikli işgücü ve uluslararası pazarlardaki deneyimi sayesinde Afrika ülkeleri ile sahip olduğu mevcut ticaret ve yatırım ilişkilerini daha ileri düzeye taşımak için tüm çabasını ortaya koymaktadır.
Bu saptamalar bizi Afrika ülkelerine yönelik olarak 2003 yılında başlattığımız yeni bir Kalkınma Stratejisi’ni tasarlamaya ve uygulamaya sevk etmiştir. Bu bağlamda, 2003 yılında uygulamaya konulan “Afrika ile Ekonomik ve Ticari İlişkileri Güçlendirme Stratejisi” kapsamında hedef ülkeler siyasi istikrar, ekonomik durum, ticaret hacmi, dış ticaret rejimi, doğal kaynaklar, büyüme potansiyeli, stratejik yerleşim ve bölgesel entegrasyon süreçleri gibi faktörler göz önünde bulundurularak gruplandırılmıştır. Strateji altında Kuzey Afrika ve Sahra-Altı ülkeler ile ilgili ülke ve bölge temelli çalışmalar başlatılmıştır (Kızılarslan, 2009: 7).
Türkiye, Afrika açılımı ile tarihi, dini ve kültürel bağları olan kıta ile yaklaşık doksan yıl sonra tekrar güçlü bağlar kurma yönünde belirli bir başarı sağlamıştır. Türkiye’nin, 1998 yılında oluşturulan Afrika’ya Açılım Planı’nın kabul edilmesinden bu yana siyasi, ekonomik, kültürel ve insani boyutlu politika ile Afrika’da uzun vadeli varlığımızın altyapısının sağlandığı söylenebilir.
Karşılıklı beklentiler çerçevesinde her açıdan yarar sağlayan ikili-bölgesel ilişkilerin daha yoğun şekilde geliştirilebilmesi için hem tarihsel hem de konjonktürel açıdan uygun bir ortam mevcuttur. Bunun mümkün olduğunca geliştirilmesi ve farklı sahalara taşınması gerekmektedir. Başta ABD, AB ülkeleri, Japonya, Çin ve Hindistan olmak üzere birçok ülkenin Afrika’ya artan yoğun ilgisi, Türkiye açısından birtakım zorluklara yol açacak olsa da, küresel bazlı yeniden yapılanma ve denge arayışları birtakım fırsatları da beraberinde getirmektedir. Batılı ülkelerin önemli bir çoğunluğunun Afrika ülkelerinin temel sorunlarına kalıcı çözüm üretmek ve yardımcı olmaktan ziyade söz konusu ülkelerin zenginliklerinden pay almak peşinde olmaları, Türkiye’yi farklı kılmakta ve bölge ülkeleri tarafından daha güvenilir bir ortak olarak algılanmasını sağlamaktadır.
Kıtanın her türlü imalat yatırımına açık olması nedeniyle hem yerli üretim imkanı hem de iş imkanı yaratma potansiyeli taşıması, kıtanın ileriye dönük gelişimi ve modernleşmesi sürecinde fırsatları da beraberinde getirmektedir. Ayrıca, Türkiye’nin sanayi ve dış ticaret altyapısı Afrika ekonomilerini tamamlayıcı özellikler taşımaktadır. Bu çerçevede, Afrika özellikle küçük ve orta büyüklükteki girişimler için hedef pazar konumundadır.
Diğer yandan Türkiye’nin Afrika’ya açılımında, ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi ve dış ticaret hacminin artırılması amacıyla atılan adımların iki seviyede önemli rolü olduğu görülmektedir. Birincisi, küresel ekonomik durgunluk nedeniyle Batı pazarlarındaki daralmalar sonucu Türk ihracatçıları için alternatif pazarlar bulunması ihtiyacıdır. İkincisi ise küçük ve orta ölçekli işletmelerden oluşan Anadolu’daki şirketlerin Afrika ülkeleri ile önemli bir ivme kazanmış olmalarıdır. Bu şekilde her iki tarafın yararına sağlanan gelişmeler, Türkiye-Afrika ilişkilerinde gelecek için daha umutlu olmayı mümkün kılmaktadır.
Bu bağlamda Afrika ile ekonomik ilişkilerimizin geliştirilmesi ile ilgili olarak aşağıdaki hususların üzerinde durulması gerekmektedir:
Sonuç olarak, kıtanın sahip olduğu potansiyelin farkında olan ve bölgedeki gelişmeleri dikkatle takip eden büyük güçler, geçmişe oranla kıta ülkeleriyle daha kapsamlı ve üst düzey ilişkilere sahip olmaya yönelik politikalar izlemeye başlamıştır. Bu yüzden Afrika kıtası, 21. Yüzyıl’ın en önemli rekabet alanlarından biri haline gelmiştir ve bu durum en azından yakın gelecekte değişeceğe benzememektedir.
Türkiye’nin Afrika ülkeleri ile ilişkilerini geliştirmeye yönelik olarak tarihten gelen ve halen devam eden çeşitli avantajlarını değerlendirmek suretiyle Afrika kıtasındaki büyüklü küçüklü 55 ülke ile ekonomik ve ticari ilişkilerini geliştirme potansiyeli yüksektir. Önümüzdeki dönemde yapılacak ekonomik ve ticari işbirlikleri ile 50 milyar dolarlık dış ticaret hedefine ulaşılması temelindeki ekonomik ve ticari işbirliği, her iki tarafın işadamı ve yatırımcılarına kazanç getirecek, dost ve kardeş Afrika ülkelerinin sürdürülebilir kalkınmasına katkı sağlayacaktır.
Batı’nın sömürü güçlerinden ve Doğu’nun geri kalmış ülkelerinden olmayan Türkiye, Afrika kıtasında Dünya devletleri arasında “güven” duyulabilecek ender ülkelerden biridir. Afrika’da bulunan Osmanlı eserleri, Türkiye’nin geçmiş tarihinden beri ülkeye ne kadar değer verdiğinin ve orada hiçbir zaman sömürü amacı taşımadığının kanıtı olmuştur. Türkiye, Afrika ile ilişkilerini kazan-kazan prensibinde geliştirme konusunda insan hakları, bölge halkının eğitimi, altyapı gibi; bölge insanının gelişimine katkı sağlayacak projeler geliştirerek Afrika kıtasında bir sömürücü güçten ziyade bölgedeki insanın güvenini kazanmayı amaç edinmiş bir ülke olmayı arzulamaktadır. Ağırlıklı olarak küçük ve orta ölçekli ekonomilere sahip olan Afrika ülkeleri, ekonomik dönüşümü sağlayabilmek adına ortaklığa ihtiyaç duymaktadırlar. Bu bağlamda Afrika ülkeleri ile oluşturulacak güçlü ortaklıklar, kıtanın zengin kaynaklarının ve insan kapasitesinin sömürülmesini engelleyecek önemli bir adım olacaktır.
Türkiye, bütün ülkelerle olduğu gibi Afrika ülkeleri ile de ticari ve ekonomik ilişkilerini geliştirme çabası içindedir. Diğer ülkelerin özellikle Sahra-Altı Afrika ülkeleri ile ilişki kurma arzularının ardında ekonomik kaygılar ve çıkarlar yatmaktadır. Türkiye ise farklı olduğunu başından beri göstermiş ve karşılıksız yardımlarla Afrikalıların dostluğunu ve sevgisini kazanmıştır. Bundan sonra da “kazan-kazan” politikası çerçevesinde hareket ederek tüm Afrika’ya kazandıracak ve kazançlı çıkan ülke olabilecektir. Bu durum Türkiye’yi diğer ülkelere nazaran daha avantajlı konuma getirmiştir. Bu avantajları Türkiye’yi Afrika ülkeleri nezdinde daha güvenilir ve öncelikli tercih edilir kılmıştır.
“Soğuk Savaş” sonrası dünyada değişen sosyal ve siyasal dengeleri içinde Türkiye, tarihi ve kültürel bağlarının bulunduğu bölgeleri tekrar hatırlamaya başlamıştır. Bu kapsamda Türkiye’nin ilişkilerini geliştirmeye başladığı bölgelerden biri de Afrika kıtası olmuştur. Özellikle Sahra-Altı Afrika’nın önümüzdeki dönemde daha da artacak olan önemi, Türkiye’nin bu bölgede her alanda etkinleşmesini gerektirmektedir. Bu bölge ile ekonomik ilişkilerin daha geliştirilebilmesi için, özellikle Kuzey Afrika hattını aşarak tüm kıtayı kapsayan etkili bir Sahra-Altı Afrika açılım vizyonu geliştirilmesi ve Afrika’nın derinliklerine inilmesi gerekmektedir.
Uluslararası piyasalarda rekabetin daha çetin hale geldiği bu yeni ortamda ülkeler hem fırsatları hem de tehditleri en iyi şekilde değerlendirmek suretiyle küresel ticaretten daha fazla pay almaya çalışmaktadırlar. Ticari ilişkilerde pro-aktif olmak, artan rekabet koşulları altında yeni pazarlara girmek ve mevcut pazarlardaki paylarının artırılması gittikçe daha önemli hale gelmektedir. Türkiye, Sahra-Altı Afrika ile gerek tarihi bağları gerekse coğrafi yakınlığı açısından Çin ve Hindistan gibi küresel güçlere göre çok daha avantajlı konumda bulunmaktadır. Türkiye’nin tarihin derinliklerinden gelen bu avantajı en iyi şekilde kullanması durumunda Afrika kıtasında Çin’den çok daha etkili bir konuma gelmesi mümkündür. Bu noktada Türkiye’nin başarılı olabilmesi için bölge ülkeleri arasındaki ekonomik, siyasi, etnik farklılıkları dikkate alarak denge politikası içinde bölgeye yaklaşması ve ilişkilerde önceliğini bölge ülkelerine vermesi yeterli olacaktır.
Türkiye’nin Afrika ile ilişkileri günümüzde nitelik kazanmış ve 21. Yüzyıl’da Türkiye, Afrika’da küresel rekabetin önemli bir dinamiği olma yolunda önemli adımlar artmıştır. Türkiye’nin Çin, ABD, Rusya ve diğer etkin güçlerle Afrika kıtasında ekonomik, siyasi ve askeri olarak rekabeti mümkündür. Fakat farklılığını ortaya koyması ve bunu Afrika halkına, yönetimlerine ve işadamlarına anlatabilmesi gerekmektedir. Türkiye’nin bu noktada yapması gerekenler, birbirine alternatif olan ABD-Çin-Rusya ya da Avrupa ülkeleri gibi tavır almayarak karşılıklı iyi niyet ve her türlü kaynak paylaşımını sağlamaktır. Diğer ekonomik hegemonya sağlamak isteyen ülkeler gibi sömürü amaçlı değil işbirliği içinde olmak istediğimiz iyi ifade edilmelidir. Aksi takdirde Çin’in ucuz işgücü ve yatırımları ile Türkiye’nin rekabeti mümkün olmayacaktır.
21. Yüzyıl “Afrika yüzyılı” olmuştur. Afrika kıtası şimdiye kadar taşıdığı tüm zenginlikleri kendisini zenginleştiremeden sınırları dışına bırakmak zorunda kalmıştır. Bugün ise değişen üretim, tüketim ve pazarlama biçimleri, değişen işbirliği kavramı artık tek taraflı kazananlara izin vermeyen bir yapıya doğru evrilmiştir. Yeni yüzyıldaki iş ve ortaklık biçimi hem ekonomik hem de siyasi olarak karşılıklı kazanma ilkesi çerçevesinde şekillenmektedir. Bu nedenle Afrika ile kurulacak ilişkilerin tek taraflı kazanç ilkesine değil, iki taraflı kazanç ilkesine göre inşa edilmesi gerekmektedir.
AB ve ABD’nin Afrika ülkeleri ile geçmişteki ilişkilerin Afrikalı zihinlerde bıraktığı kolektif anılar, Kara Kıta’nın bu ülkelere yaklaşımına belirgin bir ket vurmaktadır. AB ve ABD’nin yardım ve yatırımlarının belirli koşullara bağlı olarak gerçekleştirilmesi, Afrika ülkelerinin iç işlerine müdahale olarak algılanmakta ve “yeni sömürgecilik” olarak tanımlanmaktadır. Bu nedenle Afrika ülkeleri kolektif hafızasında kötü bir geçmiş barındırmayan bölgelerle işbirliği yapmaya daha yakın durmaktadır. Bu nedenle kıta ile sorunsuz ülkeler önemli bir avantaj elde etmektedirler.
Türkiye, bölge sorunlarına çözüm üreten ülke konumuna geldiğinde Afrika’ya Açılım Politikası’nın yerini “Afrika’yla Ortaklık Politikası” olarak adlandırılan ilişki süreci alacaktır. Türkiye, ulusal değer ve çıkarlarını göz önünde tutarak tarihin hiçbir döneminde sömürgecilikle lekelemediği imajını aktif biçimde kullanmak için gerekli inisiyatifi ortaya koymak durumundadır. Türkiye’nin tarihi tecrübesini, toplumsal, siyasal ve kültürel birikimini, sahip olduğu imkan ve kaynakları Afrikalı yönetimlerle ve halklarla “Afrika sorunlarına Afrika çözümleri” ilkesi çerçevesinde ve karşılıklı fayda temelinde yaklaşmaya devam etmesi, ortaklık politikasının temeli olmalıdır.
Bu takdirde Afrika ülkeleri ile ilişkilerimizi her alanda geliştirmemiz mümkün olabilecektir. Bugün Afrika’yı yenidünya düzeninin yeniden çıkış kaynağı olarak yorumlamak mümkündür. Artık hiçbir sistem adil, dengeli ve sürdürülebilir olma özelliğine sahip değildir. Bu nedenle Afrika’yı sadece kaynaklarının tek taraflı transferi şeklinde yorumlayan ve ilişki biçimini bağımlılığa oturtan eski modelin sonuna gelinmiştir. Türkiye’nin Afrika açılımında karşılıklı yararı esas tutan, insanı insan olma özelliği ile yücelten, bu nedenle sadece ekonomik olmayan, siyasi, kültürel ve toplumsal her alana yayılmış çok yönlü ilişki biçimi olumlu bir yaklaşım olacaktır.
Yorum Yaz